Amasya

2000‘li yılların başıydı ve ben de daha 20’li yaşların ortasına doğru koşma hevesindeydim. Şimdi 40’lı yaşların günlerinin getirdiklerini solurken geriye baktığımda gülümsediğim zamanlarım geçmişin çok önemli kazanımlarıdır gibi geliyor bana. 20’li yaşlarda büyümek için koşarken şimdilerde küçük göstereceğim diye çırpınıyor olmak ilginç bir çelişkiyi ortaya çıkartıyor. Bunu da çok komik buluyorum kendi adıma. Geçmiş geçmişte kalmıştır hep ileriye bakmak lazımdır denilir ya , ben de geçmişini seven arada sırada aklına geldikçe anmaktan korkmayan mazoşistlerdenim sanırım.

Amasya ziyaretim işte taaa o uzak zamanlara dayanıyor. İlk kez o zaman gördüm bu şehri ve bir daha da tekrar gitmek kısmet olmadı. Ancak gördüğüm en sevimli şehirlerden biridir. Avuç içi kadar bir yer diyebilirim. Her yerini adımlayarak gezebilmek mümkün gibi gelmişti o zamanlar.

Arkadaş ziyareti bahane Amasya gezisi şahane diyerek yola çıkmış oldum. Bir arkadaşım aile olarak beni çok güzel misafir etmişti. Gezmeyi çok seven biri olan ben genellikle ev ahalisinin müsaade ettiği ölçülerde ve sınırlarda seyahat edebiliyordum o dönemlerde. Anadolu insanı olan ve hala o kültürü yaşamaya devam eden her ailede olan yöresel yapı gereği diyelim. Şimdi ise en azından gezmeler, görmeler konusunda adım kadar özgürüm neyse ki.

Ortasından kıvrılarak bir ırmağın geçtiği, dağların arasında sıkışmış kartpostallardaki manzara resimlerini hatırlatan bir şehir Amasya. Nehrin kenarında restore edilmiş çok güzel iki katlı evler rüyadaymışız hissi verirken bir anda kurtuluş savaşı zamanlarındaymışsınızcasına gönlünüze bir kuble dokunuveriyor nazikçe. Şehrin orta yerinde bulunan nehrin üzerindeki köprüde durup, bir o yana bir bu yana döndüğümdeyse ilkokulda resim dersinde yaptığım çizimler geliyor aklıma. Doğa resmi yapın dendiğinde dağların ortasından ırmak geçen, evlerinin bacasından duman tüten aynı zamanda güneşin de ihmal edilmediği bir görsel. Amasya’dan bende kalan işte buydu.

Amasya Kalesi şehrin panoramik olarak görülebileceği en güzel yer diyebilirim. Muhteşem bir görüntü ve inanılmaz güzel bir manzaraydı. Kaleye ilişkin çok bir şey hatırladığım söylenemez ama oradaki muhteşem manzarayı unutmam imkânsız sanırım. Fotoğrafçılar için paha biçilmez bir fırsat ve imkandır bence.

Kralkaya Mezarlarına tırmanmadan evvel bir konak gezdim, keşke içinde yaşasam dedirten cinsindendi. Yeşilırmak kenarında, sahibesi Hazeran Hanım’dan kalmış bir Osmanlı konağı. Evleri ile ünlü Safranbolu da bile bunun kadar güzelinin olmadığı iddia ediliyor. Ben söyleyenlerin yalancıyım fakat ben gezdim, gördüm, içinde yaşadığımı hayal bile ettim. İki katlı konağın sayısını şu anda hatırlayamadığım kadar çok odası vardı. İçindeki eşyalar da perdesinden, halısına, sehpasından kapısına o dönemin tüm el ve göz işçilik marifetlerini sergilemekten kaçınmamış diyebilirim. Benim görsel hafızamda net olmasa da bir şeyler düşüncelerimde kalan duyguları aktarabiliyorum şimdilerde. Gidilip mutlaka görülmeli diye tavsiye edebilirim.

Sonrasında kayalıklardan tırmanarak çıktığım Kralkaya Mezarları… Çok heyecanlanacağımı düşünerek tabanlara kuvvet çıktığım yolculuk az da olsa hayal kırıklıydı belki ama sonrasını çok çabuk toparladım diyebilirim. Çıkıyorsunuz, çıkıyorsunuz, çıkıyorsunuz…. Şehrin en önemli simgelerinden birine ulaşıyorsunuz. Oyulmuş kayalar içinde parmaklıklar arasına alınmış mezarlara uzaktan bakabiliyorsunuz. Yakınlaşsak da ne anlardım bilmiyorum. Arkeoloji düşkünleri için çok şey ifade edebilecek olan bir yapı. Ama arkamı dönünce gördüğüm manzara gene muhteşem. Amasya kaledeki gibi olmasa da farklı bir açıdan gene ayaklarınızın altında. Kenara oturup, seyrederken bir taraftan da sıcak çayınızı yudumlayıp kara kalem resminizi yapma isteği hissini uyandırıyor.

Bir de Sabuncuoğlu Tıp ve Cerrahi Müzesini gördüm ama içerisine girip gezmeyi pek istemedim bugün olsa girer gezerdim sanırım. Amasya da bunun dışında görmeye değer çok fazla farklı yerler vardır belki ama benim hatırladıklarım bunlardı. Bunların dışında en çokta Ferhat Su Kanalını görmek isterdim. Şimdilerde gidersem mutlaka ilk önce gidip orayı göreceğim. Aşkın nelere kadir olduğunun dünya üzerindeki en iyi ifadelerinden biri bu kanal olmalı. O zamanın imkanları kapsamında yapılan kanalın bugünün şartlarında bile ancak bu kadar olurdu dedirten bir yanı olmalı. Bu durum ise hemen bir aşk hikayesine bağlanmalı ki bu işi ancak bir Şirin’in yaptırabileceği bunu da yapacak kişinin ancak bir Ferhat kadar aşkla yanmış olmasının gerekliliği vurgusu yapılmış olsun. Bizim insanımızın en güzel yanı da budur sanırım. Zorluklardan güzellikler çıkartmak, olumsuzlukları duygusu bol hikayelere bağlamak. Aşkın emek istediğini, emeğin göstermelik değil kalbin taaa en derinliklerinden gelmesi gerektiğini ve sevdiğiniz için yapacağınız her şeyin çok fazla değerli olduğunu vurgulamak istemiş bu kanal hikayesi sanırım. Ben ilk gidişimde göremedim ama bir kez daha gidersem mutlaka göreceğim, belki oranın mucizesi üzerime siner kim bilir.

Şehzadeler şehri Amasya’ yı çok merak etmiştim gitmeden önce aslında. Bir de iç duygumla olan çoğu zaman yenik düştüğüm kısmi bir savaş yaşamaktaydım. Büyüyordum belki de. İnsanları yeni yeni tanırken kalbimdeki kırıkları temizlemem, bazı içinden çıkamadığım mevzularla da yüzleşmek isteği ve merakı bendeki gereksiz mücadeleci ruhu zorluyordu.

Amacım ziyaret, gezmek, görmek ve mutlu dönmekti. Seyahat sonrasındaki kazancım ise gezdim, çok değerli şeyler gördüm, kendimi yeniledim ve iç savaşımdaki mücadelede zafer kazanarak evime tekrar döndüm.

Amasya elmasını unuttuğumu sanmayın sakın. Onu ve tadını bilmeyen zaten yok diye bir şeyler söylememin doğru olmayacağını düşündüm.

Yeni duygular ve dünyalara çıkılacak yolculuklar için hazırlık yapma zamanıydı artık…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir